TÜRK TARİHİNDE
İSYANLAR VE AYAKLANMALAR
Sahipsiz vatanın batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
Bu millette ve vatanda emeği olan herkese ithaf olunur.
İçindekiler Sayfa No:
--------- ------------
Giriş
Önsöz
Dini Nitelikli İsyanlar
Büyük Selçuklu Devleti Hasan Sabah
Anadolu İsyan Hadiseleri
Anadolu Selçuklu Devleti Babailer ve Baba Resul
Anadolu Selçuklu Devletinde Çobanoğlu Beyliği, Şehzede ve Moğol İsyanları
Sülemiş İsyanı
Osmanlıların Avrupa’dan Üstün Olma Sebepleri
Osmanlı Hanedanı ve Osmanlı’da Veraset Usulü
Osman Bey’in Halefi
Osmanlı Devleti’nde Dini Nitelikli İsyanlar
Ahiler
Babailer
Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal
Safevi Ailesinin Tarih Sahnesine Çıkması
Şeyh Cüneyt ve Şeyh Haydar
Şah İsmail
Şahkulu Hadisesi
Baba Zünnun Hadisesi
Domuzoğlu, Yekçe Bey ve Veli Halife Hadiseleri
Kalender Çelebi İsyanı
Kaabız Meselesi
Üzeyirli Seyit Hadisesi
Celali İsyanları
Celali İsyanları 2
Bazı Valilerin Durumu ve Abaza Mehmet Paşa
Anadolu Ahvali Ve Abaza Mehmet Paşa İsyanı
Abaza Mehmet Paşa’nın Yeniçeri Kethüdasına Mektubu
Çerkez Mehmet Paşa’nın Serdarlığı
Abaza Mehmet Paşa’nın İkinci İsyanı
Abazanın Baskınla Kazandığı Muvaffakiyet
Halil Paşa’nın Erzurum’u Muhasarası
Hüsrev Paşa’nın Serdarlığı
Abaza’nın Teslim Olması
Abaza’nın İran Şahına Müracaatının Neticesi
On Yedinci Asrın İlk Yarısında Önemli Tarikatlar
Vehhabiliğin Yayılması ve Esasları
On Yedinci Asrın İlk Yarısındaki Mühim Mutasavvıflar
Etnik İsyanlar
Mahalli Şeyhler
Sakarya Şeyhi Diye Bilinen Şahsın İdamı
Mevlana Ahfadından (Torun) Bekir Çelebi’nin Sürgün Edilmesi
Şeyh Salim’in Katli
Rumiye Şeyhinin İdamı
Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin Tahakkümü ve Edirne Vakası
Patrona Halil İsyanı
Osmanlı Devletinin İç ve Dış Durumu, Padişahla Ayanlar Arasında Yapılan Senet (Sened-i İttifak 1808 İlk Defa Padişah Yetkilerinin Sınırlandırılması)
Sekban-ı Cedid’in Teşkili, Yeniçeri Ocağının Durumu
Rusçuk Yaranına, Sadrazama ve İcraya Karşı Ocağın Ayaklanması, Alemdarın Şahadeti
İsyanın Yeni Safhası, Firarlar, Sekban-ı Cedit’in İlgası
2. Mahmut’un Islahat İçin İlk Hareketi Vakayı Hayriye
Mahalli İsyanlar
İlyas Paşa’nın Yenilmesi Ve İstanbul’da İdam Olunması
Cennetoğlu İsyanı
Antalya’da Körbey Hadisesi
Şam’da Yerlikulu Hadisesi
Mısır’da Cerce Bey’in Çıkardığı Hadise
Siyasi Nitelikli İsyanlar
Kürt Ayaklanmaları
Öğrenci Olayları
Medrese Öğrencilerinin Ayaklanması İstanbul Olayları ve Yayınlanan Beyanname
Ulema Ayaklanması
Softaların Ayaklanması
Esnaf Ayaklanması
Sipahi Ayaklanması
Bir Kısım Mahalli Mütegallibelerin (Zorba) Ezlimesi
Anadolu Şehirleri
Rumeli Şehirleri
Ayan, Mütegallibe ve Sergerderler, Bunlarla Yapılan Mücadele
18. Asrın Sonlarında Anadolu-Rumeli’de Nüfuz Sahibi Olanlar
Akdeniz Korsanları
Giriş
Kuran’ı Kerim’de Enfal 46 Allah’a ve Peygamberine inanınin, birbirinizle tartışmayın. Aksi halde gevşersniz ve gücünüz gider. Sabredin şüpehesiz Allah saberdenlerşe beraberdir.
TC Devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk de “Birlik ve beraberlik kader-i ilahiden gayri her şeyi yener” der.
İnsan ve milletler ne zaman bu uyarılara uymuşlar, rahat ve huzur içinde yaşamış, başarıdan başarıya koşmuşlardır. Ne zaman da bribirleriyle çatışmışlar ve savaşmışlar çeşitli huzursuzluklar, kötülük ve belalarla karşı karşıya kalmışlardır.
Türk milleti de İslamiyetten önce ve Müslüman olduktan sonra genelde zafereden zafere koşmuştır. Ne zaman ki taht kavgalarına tutuşmuşlar hem devletlerini kaybetmişler hem de rahat ve huzursuz olarak yaşamışlardır.
İslamiyet öncesine Bilge ve Kültikin kardeşler vezirleri Tonyukuk ile beraber hareket ederek Türk tarihinin önemli simaları arasında yer almışlar, milleti rahat ve huzur içinde yaşatmışlardır. İslamiyet’ten sonra da Tuğrul ve Çağrı Beyler de vezirleri Nizamülmük ile beraber aynı amaç uğrunda bir ve beraber olmuşlardır.
Milletimizin değişik coğrayalarda kurduğu devletlerin büyük bir bölüm de maalesef ikiye ve üçe bölünerek yıkılıp gitmişlerdir. Osmanlı Devleti zamanında yaşanan “Fetret Devri” hem milletimize hem de devleti idare edenlere kara günler yaşatmıştır.
Sebebi ne olursa olsun, ayaklanmalar, ihtilallar ve darbeler tarihin hiçbir devrinde devleti devamlı idare edememişlerdir. Ancak devlete ve millete zamanın şartlarına göre maddi ve manevi zararlar vermişler. Her defasında bu millettin evlatları ölmüş ve bu milletin anaları ağlamıştır.
Sebebi ve gereklçesi ne olursa olsun ayaklananlar, isyan çıkaranlar, ihtilal yapanlara hukuk içerisinde en ağır cezalara çarptırılmalıdırlar. 27 Mayıs ihitilalı bildirisini TRT Ankara Radyosundan okuyan İhtilalın Kubretli Albayı, Kurmay Albay ve Trük siyasetçisi rahmetli Alpaslan Türkeş, “En kötü demokrasi idaresi en iyi olduğu biddia edşilen ihtilal idaresinden iyidir” der.
Bu çalışmamızda özellikle dini ve siyasi nitelikli isyan ve ayaklanmaları ele almaya çalıştık.
Önsöz
Büyük Sekçuklu Devleti
Hasan Sabbah
Hasan Sabah, İran’da yapılan Şiî propagandasına kendisini kaptırmış ve Şiî olmuştu. Mezhebin ileri gelenleri, Hasan Sabbah’ın zekâsını ve canlılığını pek beğendiler. Özel surette yetiştirilmek üzere Fatımi halifesinin yanına gönderdiler. (1072)
İyi bir öğrenim yapan Hasan Sabbah, Kahire’de görgü ve bilgisini daha da arttırdı. Fakat başa geçecek yeni halife hususunda devletin ileri gelenleri ile anlaşamadı. O halifenin oğlu Nazar’ın imam olmasını istiyordu. Bu sebepten Nazar lehine propaganda yapmak üzere Kahire’den ayrıldı. Nazar, halife olmadığı halde ölünceye kadar onu imam tanıdı. 1081’de İran’a geldi. Bu yüzden Hasan Sabbah taraftarlarına Nizariler de denildi.
Hasan Sabbah İran’da bir süre saklı kaldıktan sonra, Alevilerin çok miktarda bulunduğu dağlık yer olan Taberis’tan’a (Hazar Denizinin güneyi) gitti. Burada yaptığı propagandalar neticesinde pek çok taraftar topladı. Bilhassa Alamut kalesini (Kartal Yuvası) ele geçirdikten sonra (1090) faaliyetini arttırdı.
Hasan Sabbah Alamut kalesine yerleştirdikten sonra, Bâtıni (İsmaili) teşkilatını kurdu. İran Sasaniler devrinden beri böyle yıkıcı tarikatların kurulduğu bir yerdi. Bu gibi hareketlerin yayılmasına ve tutulmasına elverişliydi. Bütün bu tarikatların amacı gibi, hasan Sabbah da sosyal ve siyasal düzeni yıkmak istiyordu.
Hasan Sabbah, ilk olarak gerçek yüzü ve amacıyla ortaya çıkmadı. Halifelik meselesi ile uğraştığını ileri sürdü. Sosyal ve siyasal düzeni yıkmak istediğini gizledi. Gerçekte o Abbasi hilafetini ve Selçuklu devletini yıkmak istiyordu. Bunu Büyük Vezir Nizam-ül mülk anlamakta gecikmedi. Bu alanda Melikşah’a bazı öğütlerde bulundu: “Her devirde ve ülkede hükümdara kaşı ayaklanmalar olmuştur. Lâkin hiçbiri Şii mezhebi Bâtıniler kadar uğursuz olmamıştır. Zira onların amacı, İslamiyet’i ve bu devleti bozmaktır, yıkmaktır. Kulaklarını ve gözlerini “Bir sesin çıkmasına ve bir olayın meydana gelmesine dikmişlerdir. Her fırsatta ve felakette kulübelerinden fırlayacak olan bu Şii köpekleri, Şii mezhebini yayacaklar ve her şeyi yıkacaklardır. Bu sahtekârlar Müslümanlık iddiasında görünürler; lakin hiçbir düşman Muhammed’in dini ve sultanın devleti için onlar kadar tehlikeli ve korkunç değildir. Ben öldükten sonra büyük ve seçkin insanları kuyulara attıkları, davul sesleriyle kulakları çınlattıkları ve sırlarını açığa vurdukları zaman bu sözlerim hatırlanacak ve bu felâket gününde sultan bütün bu söylediklerimde haklı olduğumu görecektir.”
Olaylar bu büyük veziri haklı çıkarmıştır. Bâtıniler bir müezzini öldürmekle işe başladılar. Bunun üzerine Melikşah, Hasan Sabbah’a bir mektup yazdı: “Bu işleri bırakmasını, dine dönmesini istedi.” Hasan Sabbah: “Dindar olduğunu, fakat halife ve Nizam- ül Mülk’ün kötü yolda olduğunu” bildirdi.
Melikşah’ın elçisi Hasan Sabbah’ın yanına varınca, afyon yutmuş bazı fedailer bıçakla ve kendilerini kaleden atmak suretiyle canlarına kıyarak bir gösteri yaptılar. Hasan Sabbah, elçiye bunlardan (yirmi bin) 20.000 kişi olduğunu söylemiştir.
Hançer ve Afyon
Fedailerine afyon (haşhaş) yedirip içiren Hasan Sabah taraftarlarına Haşhaşi (Assasassin) dendi. Bâtıniliği yakalanma tehlikesi yüzünden daha çok kırsal kesimde yaydı.
Nizam-ül Mülk Şii propagandasını durdurmak için Alamut kalesine ordu gönderdi. Kale kuşatıldı. Fakat bu sırada Nizam-ül-Mülk bir Bâtıni tarafından öldürüldü. Bu arada sultan Melikşah da öldü. (1092)
Nizam-ülmülk ve Melikşah’ın Ölümü
Nizam-ülmülk otuz (30) yıla yakın devlete vezirlik yaptığı için Osmanlılardaki Çandarlılar gibi gittikçe gücü arttı.
Kendisine bağlı yirmi bin (20.000) kişilik ordusu olan vezir, oğullarını, torunlarını ve azatlılarını çeşitli memurluklara tayin etmişti. Bunlar bulundukları yerlerde Sultanın adamlarını takmadılar ve istedikleri gibi hareket ettiler.
Öte yandan Melikşah’ın eşi Karahanlı prensesi Terken Hatun da –Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan gibi- sultanı avucunun içine almış. Kendisine ait on iki bin (12.000) kişilik gücü vardır. Sultan bunlara danışmadan iş yapamazdı.
Yalnız Nizam-ül Mülk’ten çekindiği için onun yerine Tac-ül Mülk Ebül Ganaim’i geçirmek istedi.
Esas mesele Nizam-ül Mülk, Melikşah’ın büyük oğlu Berkiyaruk’un veliaht olmasını isterken, Terken hatun kendisinin en küçük oğlu Mahmut’un veliaht olması konusunda ısrar ediyor olmasından kaynaklanıyordu.
Diğer yandan veziri çekemeyenler de devletin üst kademelerine kendi adamlarını tayin etmek istiyorlardı.
Vezire muhalif olanlar, onun din adamlarına ve bilginlere çok para ayırdığını, bu para ile ordunun birkaç katına çıkarılarak daha güçlü olacağını ileri sürüyorlardı. Bunun sonucu daha fazla ülkeler fethedilecek diyorlardı. Nizam-ül Mülk ise sultana yazdığı mektupta: “Ey âlemin sultanı! Orduna bunun birkaç katını harcıyorsun. Bu askerlerin okları birkaç milden öteye geçemez. Hâlbuki ben sana öyle bir manevi ordu meydana (vücuda) getirdim ki, onların duaları göklerin en yüksek katına ve tanrıya kadar yükselir”
Melikşah bu cevabı beğendi ve tenkitleri yersiz buldu. Ancak Nizam-ül Mülkün adamalarından birisinin oğlu Osman’a kötü davrandığını duyunca şu mektubu yolladı: “Sen benim devletimi ve memleketimi kapladın, evlatlarına ve damatlarına verdin. Bunlar benim adamlarıma saygı göstermiyor. Halka zulüm yapıyorlar. Sen de bunları yola getirmiyorsun. İster misin ki vezirlik divitini elinden ve sarığını başından alayım? Halkı zorbalıktan kurtarayım?
Buna sinirlenen vezir: “Devlete ortak olduğumu henüz bilmiyor musun? Bu vezirlik diviti ve sarığı senin tacına o derece bağlıdır ki, diviti aldıktan sonra taç da kalmaz gider.”
Bundan sonra Sultanla vezirin arası açıldıysa da bir değişiklik yapılmadan ikisi beraber Bağdat’a hareket ettiler.
Rivayete göre, Terken Hatun, Tac ül-Mülk ve Bâtıniler işbirliği yaptı. Derviş kılığına giren bir Bâtıni fedaisi Bağdat yolunda vezire bir mektup sundu. Mektubu okumaya çalışan veziri hançeriyle öldürdü. Bu sırada vezir yetmiş iki (72) yaşındaydı. (1092)
Nizam-ül Mülk’ün yerine vezir yapılan Tac ül-Mülk, onun adamalarını görevden alıp yelerine yeni tayinler yapıldı.
Bu arada (fakat) halife Muktedi, oğlu Cafer’in veliahtlığını kabul etmedi. Buna kızan Melikşah onun yirmi dört saatte şehri terk etmesini istedi. Halifenin zamanı az bulması üzerine süreyi on güne çıkarttı.
Zamanın dokuzuncu (9.) günü Melikşah otuz sekiz (38) yaşında olduğu halde öldü. (1092)
Terken Hatun’un oğlu Mahmut Sultan olduysa da Melikşah’ın diğer oğulları, Berkyaruk, –Nizam-ül Mülk’ün oğulları onun yanında yer aldı- Mehmet (Muhammet) ve Sancar –Osmanlıdaki Yıldırım Beyazıt’ın oğulları gibi- taht kavgasına başladılar.
Sıra ile on beş (15) yaşındaki Berkyaruk, -annesi Zübeyde Hanımın etkisinde kalarak daha önce vezir yaptığı nizam-ül Mülk oğlu Müeyyyd-ül Melik’in yerinde diğer oğlu Hahr-ül mülkü vezir yaptı.
Berkyaruk, (1094-1104
Mehmet Tapar’la mücadele etti.
Sancar, Mehmet Tapar’la işbirliği ittifak) yaptı.
Berkyaruk, Mehmet Tapar’la barıştı.
Mehmet Tapar 1105-1117)
- Bâtıniler. 2) I. Kılıç Arslan Büyük Selçuklu Sultanı olmak istedi. 3) Haçlılar
Sancar 1117-1157 (Bu bölüm tarafımdan özetlenmiştir.)
Bundan sonra Selçuklu devletinde fetret devir başlayınca Hasan Sabah propagandasına hız verip yeni kaleler zapt ederek veya yaptırarak Bâtınilerin sayısını arttırdı. Yeni cereyanı kabul etmeyenler öldürüldü. Bâtınilik, Horasan, İran ve Kuzey Suriye’ye kadar yayıldı.
Bâtınilere karşı esas mücadeleyi Muhammet Tapar başlattı. Bazı kaleleri aldı. Fakat ölümü köklerini kazımaya engel oldu. Yerine geçen Sancar da Bâtınilerle uğraştı.
Vezir Keşani, Hasan Sabbah’ın 1124’de ölümü üzerine Bâtınilerle şiddetli mücadeleye başladı. Her tarafa gönderdiği fermanlarda (1126) Bâtınilerin görüldüğü yerde öldürülmesini, mallarının yağmalanmasını ve ailelerinin esir edilmesini istedi. Her yanda Bâtıniler kovalandı ve tepelendi. Ancak bir yıl sonra 1127 de Keşani de Bâtıniler tarafından öldürüldü.
Buna karşılık Bâtıniler, Horasan’daki şefleri öldürülünce hükümetle anlaşmak zorunda kaldılar. Bu anlaşmada Sultan Sancar’a yapılmak istenen suikastın de etkisi büyüktü. Hasan Sabbah sultana hizmet eden bir kadını elde etmiş. Sultanın yatağının başucuna bir hançer saplatmış ve aynı zamanda şu haberi göndertmiştir: “Kendisine sevgisi olmasaydı, bu hançeri yumuşak göğsüne saplamak kolay olacaktı.” Bu anlaşmaya göre:
1) Bâtıniler yeni kale yapamayacaklar.
2) Silah satın alamayacaklar.
3) Mezheplerine (dinlerine) kimseyi çağırmayacaklar.
4) Büyük şehirlerde oturmayacaklar.
5) Vurgunculuk ve soygunculuk yapmayacaklar.
Buna karşılık devlet Bâtıniliği bir mezhep olarak kabul edecek. Bunun sonunda halk Şiiler ve Sünniler olmak üzere iki düşman gruba ayrıldılar. Bu da devletin yıkılmasına yol açan önemli sebeplerden olmuştur.
Bâtıniler kendilerine engel olan Abbasi halifesi Müsterşid, Vezirler Nizam-ül Mülk, Keşani, hatta Sultan Melikşah, Musul Valisi Mevdud, Aksungur, Porsuk vb birçok ileri geleni de öldürdüler.
Bâtınilerin üssü olan Alamut kalesi 1256’da Moğollar tarafından yıkılıp faaliyetlerine son verildi.[1]
Anadolu’da İsyan Hadiseleri
Yavuz Selim’in şisddetli hareketlerle bir ksımını öldürmesi, bir kısmını sürgün etmesine rağmen Anadolu’da yine pek çok şiir vardı. Şiiler belirli yerlerde hayli yoğun olmakla beraber bazı yerlerde de dağınık şekilde yaşıyorlardı. Şiilerin tyoğun oldukları yerlerde Şii-Sünni nefreti (münafereti) zaman, zaman artmakta ve kanlı olaylar meydana gelmekteydi. Bilhassa iç ve dış tahrikler (Kışkırtmak) Şiilere çabuk etki ettiğinden bunların kitle halinde siyan ettikleri görülmekteydi. Şii şeyhleri etraflarındaki kişilere kolayca nüfuz edebildiği ve aynı zamanda halkı da kendilerine kolayca bağladıkları için kendilerini güçlü gördükleri anda hükmete başkaldırmaktaydılar.
Kanuni devrinde daha önce de görüldüğü gibi ondan sonra da Anadolu’da Şiilikle ilgili kanlı olaylar eksik olmadı.
Anadolu’da zaman, zaman görülen hatalar, yapılan bazı haksızlıklar hükümete karşı itaatsizliklere yol açmakta, bunu ayaklanma sebebi olaral gören Kızılbaş dededelerinin işine gelmekteydi. Devlete karşı başkaldırılar hep Anaodolu’ada olduğu için her olay sonunda birlerce Türk ölmekte, köy, kasaba ve şehirler zarar görmekteydi.
Anadolu’da görülen bu şii olayları, Selçuklular zamanında Smavnalı Şeyh Bedrettin, 2. Beyazıt zamanında Şahkulu, Yavuz zamanında da Bozoklu Türkmenlerin Celali ayaklanmalaryla Şah İsmail, ondan öce de babası Şeyh Haydar ve dedesi Şeyh Cüneyt sebep olduğu olaylar görülmüştür.[2]
Anadolu Selçukluları
Babailer Ayaklanmasının Sebepleri
İktisadi Sebepler
Selçuklular, Horasan’da ve Bizans’ta toprak sahiperi (aristoktat, derebey) ile halk arasındaki ekonomik olumsuzlukları gördüler. Bu yüzden elde ettikleri toprakların tamamına devtete ait (miri) toprak olarak ele aldılar ancal bazı şartlarla ve yerleşim yerlerin yakınlarındaki bağ, bahçe ve tarlalar şeklinde özel mülkiyete de yer verdiler.
Bu arada bazı devlet görevlilerine “Divani malikâne” adı altında satılamaz, miras bırakılamaz ve bağışlanamaz olan topraklar verildi.
Askeri ıkta sitemine tabi olan topraklarda tyaşayan Müslim ve gayri Müslimler buralara sahip olan yetkililere, ıkta sahiplerine yıllık vergi verirlerdi.
Türkmenler, ıkta sahiplerinin topraklarını göçebe hayatın gereği yaylak ve kışlak, tarım arazilarini de aynı sisteme göre kullanıyorlardı.
2. Kılıçaslan (1192) ve 1. Gıyasettin keyhusrev’in ölümünden sonra başlayan taht kavgalarından sonra Anadolu Selçuklu devletinin siyasi durumu gibi toprak sistemi de siyasi ve ekonomik çıkarlar elde etme kavgaları sonunda bozuldu. Ikta sahiplerinden bazıları elindeki toprakları miras yoluyla bıraktıkları gibi, vakıf arazilari haline de getirdiler. Bunun sonucu Türkmenlerin kullandığı toprakların alanı daraldı, geçim sıkıntısı çekmeye başladılar.
Diğer andan aralıksız devam eden göçlerle gelenleri yerleştirmek de önemli bir mesele haline gelmiş, yerleşik hayata geçenler de belli bölgeleri kullanmaya başlamışlardı.
Göçebe hayata alışkın olan Türkmenlerin yaylak ve kışlak lanları daraldığı gibi, göçler sırasında yaşanan olumsuzluklar da devletin ve yeleşik hayata geçenlerin ekili dikili alanlarına verilen zararlar ve yağmalar anlaşmazlıklara ve çatışmalara yol açıyordu.
İçtimai ve Psikolojik Sebepler
Yerleşik hayata geçenler kendileri gibi Türk olan ve eski geleneklerini bağlı kalarak yaşayan Türkmenleri aşağılıyordu. Onlarla ilgili olarak, İdaraksiz Türkler “Etrak-i bi idrak” Galip olmayan, yenilmiş Türkler “Etrak-ı mütebelliga” Bakmaz Türkler “Etrak-ı na bak” ve bilhassa Harici veya “Havaric” vb ifadeler kullanıyorlardı. Türkmenler de onlar için, Tembel (Yatuk) gibi ifadeler kullanıyorlardı.
Devlet, devlet işlerinde Türkmenler yerine İranlılara görev veriyordu. Hatta sultanların ve çocuklarının adlarında Farsça isimleri tercih etmişlerdir. Aynı şeyi Osmanlar da gerileme ve dağılma deverinde Arapça isimlervererek bunu devam ettirmişlerdir.
Bu iki uygulama Türkmenlerin diğer Türklere ve devlete karşı tavır alamalarına yol açmıştır. Büyük Selçukluları Harzemliler, Anadolu Selçuklularını da Moğollar yıkmışlardır.
Özellikle 1237 de tahta geçen 2. Gıyasettin keyhusrev Gürcü eşinin etkisinde kalarak devlet işlerinden elini ayağını çekerek bu işleri saadettin köpek adlı veziri ve adamlarına bıraktı. Bunlar da özellikle Türkmenleri ağır vergilerle ezdiler, kışlak ve yaylak alanları gün geçtikçe daralan Türkmenler bu konulardan çok rahatsız oldular ve geçim sıkıntısı çektiler.
Kolaylaştıran Etkenler
Elverişli Dini Şartlar
Yerleşik hayata geçenler, mektep ve medreselerde öğrendikleri ve devletin desteklediği süni Müslümanlığı öğrenip ona göre ibadet ediyorlardı. Türkmenler ise göçebe hayatın gereği devamlı hareket halinde oldukları için dini konuları yeteri kadar öğrenemedikleri gibi ibadetler konusunda da çok duyarlı olamıyor, aykırı (heterodoks) inançları benimsiyor ve buna göre ibadet ediyorlardı. Mektep ve medrese görmedikleri için genelde babaların ve dedelerin eski inancın yani şamanizmin de etkisyle anlatılanlara inanıp buna göre ibadet ediyorlardı. Ekonomik hayatlarının gereği kadın erkek beraber çalıştıkları ve iş yaptıkları için ibadetlerini de kadın erkek birarda yapıyorlardı.
Niğdeli Ahmet, “el-veled’uş şefik” adlı eserinde Orta Anadolu’daki göçebe Türkmenler ile ilgili olarak “Niğde ve Ulukışla (Luluva) mıntıkalarında oturan Gökbörüoğulları, Turgutoğulları, İlminoğulları ve diğer Türkmen boylarının İslamiyetle ilgilerinin olmadığını, dinsiz, imansız (mülhidler) olup Mazdeki inancına tabi olup sınırsız cinsi serbestlik yaşıyorlardı” der.
Yerleşik hayata geçen bazı bölgelerde de dini konulara gereken ilgi gösterilmiyor. İranlı Zekeriye Muhammet Kazvin’in Asarul-bilad adlı eserinde, “Halkının çoğununTürkmen olduğu Sivas’ta camilerin genellikle boş olduğunu” belirtir.
Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan Türkmenler arasında İsmaili (Bâtıni) etkisi görülür. Bunlar da Türkmenler gibi kadın erkek bir arada ibadet yapıyorlardı.
İsmaili propaganda Moğol tahribatından kaçanların yerleştiği Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu’da uygun ortam sağlamıştı.
Türkmen babaları da yazın Suriye’de kışın da Orta Anadolu’da görev yapıyorlar, zor zmanlarda bir kurtarıcı bekleyenler arasında uygun şartları buluyorlardı.
Bütün bunlar Baba Resul ve adamlarının işini kolaylaştırıcı etkenlerdir.
Siyasi Ortamın Uygunluğu
Özellikle 2. Gıyasettin Keyhusrev ve veziri saadetin köpek ve adamlarının yaptıkları Türkmenlerin devlete karşı tavır alamalarına yol açmıştır.
Orta Anadolu ve Kuzey Suriye’de bulunan Harzimiler, Türkmenleri kışkırtmıştır. Çünkü 1. Alaattin Keykubat zamanında devlet hizmetinde görev alan Harzimiler, 2. Gıyasettin Keyhusrev zamanında bu görevlerinden uzaklaştırıldılar. Reisleri Kayırhan Zamantı kalesine hapsedildi ve orada öldü.
İşte tam bu sırada Baba Resul isyanı başladı. İhtimaldir ki Baba Resul Harzimilerle işbirliği yapmıştır.
Bu arada Anadolu Selçukluları ile Eyyubiler arasındaki Güneydoğu Anadolu ve Suriye üzerindeki anlaşmazlık da devam ediyordu.
1. Alaatin Keykubat Eyyubileri bu bölgeden uzaklaştırdı. 2. Gıyasettin Keyhusrev bu bölgeyi eli nde bulunduran Melik Nasır’a karşı Anadolu Zengi prensi ile işbirliği yaptı. Bir sefer düzenlemeye hazırlanan Melik Nasır 1238 de öldü, bir yıl sonra da baba resul isyanı başladı.
Bütün bunlara Moğol tahrikini de eklemek gerekir. Çünkü Moğollar Anadolu’ya sefere hazırlanıyorlardı.
Sonuçta ekonomik ve sosyal etkenlerin yanında Baba Resul’ün propagandalarını şüphesiz kabul edecek dini ortam, iç ve dış tahrikler, Türkmenlerin yaşadıkları olumsuzlukları düzeltmek için harekete geçmek için her şey hazır gibiyidi
Baba Resul Ayaklanması
Roma İmparatoru Theodosios’un emriyle Olimpiyat Oyunları’nın (M 393) yılından sonra yapılmaması üzerine Yunan ve Rumların buluşu olan panayırlar, eğlence ve spor gösterilerinin de yapıldığı bir yer olarak önem kazandı.
Türk güreşinin ise panayırlarda yapılmaya başlaması, 10. Yüzyılın başından itibaren Tuna kıyılarında görülen Peçenek Türklerinin Rumeli’ye tamamen yerleşmesinden sonradır.
Peçenek Türkleri ile başlayan bu uygulama Türkmenlerin batıya gelişiyle Oğuz töresinin etkisi altında tamamen Yunan-Rum panayırlarından bambaşka bir görünüm almış ve tarihi Kırkpınar Panayırlarının güreşleri ortaya çıkmıştır.
Ancak Rumeli’de yapılan panayır güreşlerinde ve Osmanlıların açmış oldukları “Güreş Okulu” diyebileceğimiz Güreş Tekkelerinde ve –Saradaki- Enderun’da okunan güreş dualarında Sarı Saltık adının anılması, tarihi büyük önem taşır. Bundan bir bölüm:
“Ankara’da er yatar,
Rum’da Mehmet Buhari Saltık,
Ton giyer, tuman çeker”
Bizim Sındırgı yöresinde, soyunanlar için “Donu, dumanı attı denilir.
Bu duada adı saygı ile anılan Buharalı Mehmet Sarı Saltık konusunda bilgi vermek, Kırkpınar’ın gerçek tarihinin bilinmesi bakımından faydalı olacaktır.
Sarı saltık bir Alperen’di. Hem de Alplerin peçelilerinden.
Horasan’dan Anadolu’ya göç ederek, Amasya’ya gelip yerleşen ve buradan Babailik tarikatını yayan Baba İlyas Horasani’nin çar-ı yar denilen halifesinden birisiydi.
Kösedağ Savaşı’ndan (26 Haziran 1243) Konya Selçuklu ordusu Moğollara yenildikten sonra, Anadolu’da yerleşen Moğollar, burada da zulümlerini devam ettirdiler. Moğolların baskısından batıya kaçmış olan Türkmenler, yine huzursuz ve tedirgin oldular.
Konya Selçuklu Sultanı Gıyasettin Keyhusrev ölünce (1245) çocukları İzzettin, Rüknettin ve Alaattin arasında anlaşmazlıklar çıktı. Türkmenlerin bir kısmıyla Amasyalılar İzzettin tarafını, Konyalılar ve Moğollar da Rüknettin tarafını tuttular. Bir süre bu iki kardeş Anadolu’yu paylaşarak sultanlık yaptılar. Nihayet İzzettin ikinci defa olarak Antalya’dan gemiye binerek İstanbul’a kaçtı. (1262)
Baba İlyas Horasaninin büyük oğlu Şemsettin Mahmut, İstanbul’a kaçan Sultan 2. İzzettin’e iki yıl vezirlik etmiş, o gittikten sonra Amasya’ya gelip babasının postuna oturmuştu.
Rüknettin Kılıç Aslan tek başına Selçuklu Sultanı olunca, İzzettin tarafını tutmuş olan emirleri ve bazı Türkmenlere daha çok eziyetler etti. 1265 te öldürüldükten sonra yerine geçen oğlu 3. Gıyasettin Keyhusrev ise amcası İzzettin taraftarlarını top yekûn katledecek kadar ileri gitti. İşte bu ölüm ve vahşet korkusuyladır ki, bazı emirler Mısır’a kaçtılar. Amasya yöresindeki bazı Türkmenler de Sultan İzzettin’in peşinden Sarı Saltık’a bağlı olarak Rumeli’ye, bir kısmı Kırım’a göç ettiler.
Seyyit Lokman Sarı Saltık’ın Rumeli’ye geçiş tarihini,
Sarı Saltuk uburu Rumeli’ye
Altı yüz altmış iki idi heman
Hep Oğuznameyi tetebbu edûb,
Yazdı icmal ile Seyyit Lokman”
Ubur: Bir suyun öbür tarafına zorla geçmek, atlamak.
Tetebbu: Bir şeyi geniş bir şekilde incelemek, araştırmaktır.
Sarı Saltık Rumeli’ye geçince, Bulgarların elinde bulunan Edirne’yi (1262) alıp, buraya yerleşti. Burada 40 yıl kaldıktan sonra 2. Andronikos, 2. İspanya Kralı Roger de Flor komutasındaki Katolanyalı paralı askerleri Bizans’a getirdi. (1302) Katalonların ve Aydınoğullarının yardımıyla hala Trakya’nın bazı şehirlerini ellerinde bulunduran Latinleri Trakya’dan çıkarmaya çalıştıkları sırada Sarı Saltık da Edirne’den ayrılıp Dobruca’ya gitmek zorunda kaldı. Bir kısım Türkler de Ece Halil Bey emrinde Karesi iline döndüler. Edirne’ye vali olarak gelmiş bulunan Andronikos’un oğlu Michael, Katolanların komutanı Roger’i Edirne’ye çağırıp öldürdü.
Sarı Saltuk Dobruca’da öldü ve baba dağı denilen kasabada gömüldü. [3]
Baba Resul kimdir?
Baba Resul veya Babai ayaklanmasına geçmeden olayın kahramanı ve idercisine bir göz atalım. Bu konuda eski yeni araştırma yapanlar, özellikle İbni Bibi’ye dayanarak bir Türkmen şeyhi olan Adıyaman Doğanyol’lı (Kerfesud) Baba İshak’ı ön plana çıkarırlar.
Bu konuda 14. yüzyıl mutasaffıf şairlerinden Baba İlyas Horasani’nin torunlarından olan Elvan Çelebi’nin varlığı ve “Menakıbul Kudsiye fi Münasibil Ünsiye adlı eseri bilinmekle beraber çok az tanınmış bir eseri yetkili bir kaynaktır. Yazar ortaya Baba İshak ile birlikte dedesi Baba İlyas’ı da koymaktadır.
Öteden beri olayda iki şeyhin varlığı bilinmektedir. Ancak Babailik tarikatının kurucusu olduğu söylenen Baba İlyas’ın Baba İshak’la olan yakın ilişkisine rağmen isyan herketitle ilgisi olmadığı ve bu olayın tamamen dışında bulunduğu, ayaklanmaya çıkaranın ve idare edenin Baba İshak olduğu ısrarla belirtiliyor ve günümüze kadar böyle geliyordu.
Elvan Çelebi’in eseri iyice incelendiği ve diğer bazı çağdaş eserlerle karşıaştırıldığında İbni Bibi hariç hiçbir kaynakta adı verilmeyen Baba Resul’ün baba İshak olduğu ve kendini peygamber ilan ederek Türkmenleri 2. Gıyasettin Keyhusrev’e karşı ayaklandırdığı anlaşılır.
Elvan Çelebi, dedesinin Hz. Muhammedin son peygamber olduğunu,
KURAN
AHZAB 40 Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir[4] bildiğini, böyle bir davaya kalkışmayacağını söyleyip savunsa da bu iddiada bulunanın Baba İlyas olduğunu, dedesi Baba İshak’ın onun ileri gelen halifesi olduğunu yazmıştır. Bunu başkaları da destekler.
Kefersud’da yaşayan Baba İshak bir ara gözden kaybolur, bilinmeyen bir yerde bir ağanın yanında çalışır ve Amasya yakınlarındaki Çat köyünde çoban olarak ortaya çıkar. Ancak buraya gelen kişi Baba İlyas’tır. Burada “Baba” unvanı alarak, hayvanlara iyi bakması, insanların dertlerine nüshalar (Muska) yazarak çareler bulmasıyla ün yapar.
Baba İshak’a gelince Güneydoğu Anadolu ve Suriye’de onun propagansasını yapmıştır.
Baba İlyas Horasani
Tam adı Ebul Beka Şeyh Baba İlyas b. Ali Horasani olup Moğol istilası nsırasında Anadolu’ya göç etmiş bir Türkmen babasıdır. Onun Anadolu’ya göç etmeden önceki hayatıyla ilgili bilgi yoktur.
Elvan Çelebi’ye göre Baba İlyas, Rum diyarında Dede Gargın adında başka bir şeyhin halifesi sıfatıyla Amasya’nın Çat Köyü’ne yerleşmiş ve bir zaviye açmıştır. 1. Alaattin keykubat bu şeyhi ziyarete etmiştir. Bu şeyhin Ömer, Yahya, Mahmut, Halis ve Muhlis adlı 5 oğlu var.
Amasya Tarihinin yazarı Hüseyin Hüsamettin’e Baba İlyas 1230dan 1239 da isyan edinceye kadar Anadolu’daki Hanikahı Musut’un şeyhliğini yapmıştır.
Dede Gargın ve Baba İlyas
Elvan Çelebiden başka Baba İlyas’ın Dede Gargın ile olan ilişkisinden bahsetmez. Dede Gargın, halifelerinden Hacı Mihman, Bağdın Hacı, Şeyh Osman ve Ayna Dola’yı secip Baba İlyas’ın emrine vererek Anadolu’yu irşat etmekle görevlendirdi. Baba İlyas, Anadolu’ya gelerek bu dört şeyhi Anadolu’nun değişik yerlerinde görevlendirdi. Kendisi de Elbistan bölgesine geldi, buradan Çat köyüne gitti.
Tâcul Arif’in Seyyid Ebu’l-Vefa Bağdadi ve Baba İlyas
Baba İlyas’ın torunlarından Aşıkpaşa-zade’ye bakılırsa seyyid Ebu’l Vefa adında 11. yüzyılın ünlü mutasavvıfının da halifelerinden daha doğrusu onun tarikata mensup halifelerinden biri olmaktadır. 14. yüzyılda yaşayan ve Orhan Gazi ile yakın ilişkide bulunan Geyikli baba da bu tarikattendir.
Ebu’l Vefanın tarikatı Türkmenler arasında da yayılmıştır.
Elvan Çelebiye ve Aşıkpaşazade’ye göre Baba İlyas hem Dede Gargın’ın halifesi hem de Ebu’ı Vefa’nın tarikatine bağlıdır.
Hacı Bektaş Veli’nin de bağlı olduğu Yesevilikte ananeler olduğu halde vafilikte ananaeler yoktur.
Baba İlyas, Yseseviliğe mi bağlıdır, Vefailiğe mi bağlıdır kesin olarak bilinmiyor. Bilinen bir şey varsa onun Amasya’nın Çat köyünde inzivaya çekildiği, çobanlık yaptığı, hayvanlara iyi baktığı, ücret almadığı, karıntokluğuna çalıştığı, çok az yemek yediğidir. Kısa zamanda halkın saygısını ve sevgisini kazanmış. Köyün yakınıdaki bir tepeye zaviye yaptı ve burada müritlerini kabul etmeye başladı. Hem oturduğu köyün hem de civar köylerin insanları müritleri oldu. Müritleri onun olağanüstü güçlere sahip olduğuna inanmaya başladılar. Köy halkı, kadın-erkek öyle kendisine bağlandı ki bir kişinin üzüntüsü, kadın erkek anlaşmazlığı olan Baba İshak’a gidiyor, o da bir nüsha (muska) yazıp veriyor. Bu sayede insanlar huzura kavuşuyor, husumetin yerini dostluk alıyor. Bu arada bütün kaynaklar onun sihirbazlık yaptığından da bahsederler. Bu da onun halka gösterdiği kerametlerin kaynağını gösterir.
Bu arada onun hem din adamı hem de sihirbaz olan eski bir şaman olduğu da yani din adamı sıfatıyla dini törenleri, sihirba sıfatıyla da hastaları tedavi ettiği unutulmamalıdır.
Elvan Çelebi’nin verdiği bilgiye göre o seyyid veya şii lideri olduğu da bilinmelidir. Yeşil âlem, yeşil don Şiiliğin alametlerindendir. Şah İsmail yeşil bayraklar kullanır, Bektaşi de yeşil bayrağa sahiptir.
İsyanın Hazırlık Safhası
Baba İlyas Horasanin Kendini Peygamber İlan Etmesi
13. yüzyıl Selçuklu Türkiye’sini alt üst eden bu isyanla ilgili bilgi veren bütün kaynakların tamamına yakınında isyan başının kendisini peygamber ilan ettiğinden söz eder. Yalnız iki Arap kaynağı, “Mir’atu’zaman” ve “Tarih’ul İslam” müritlerinin ona “veliyullah” dediklerinden bahsederler. Bu farklılığın dışında hepsi isyanın meydana gelmesi ve gelişmesinde ortak bilgi verirler. Bunlardan Ebu’ı ferec Onun peygamberliğini ilan etmesi yanında Hz. Muhammet’in peygamber olmadığını söylediğini de belirtir.
Olayı ilk nakleden Simon de Saint Qentin’iin bu konudaki ifadeleri: “Baba bir gün ormanda gezerken Tanrı’nın meleği bir köylü suretinde köylü suretinde görünür. Köylü ondan, ormanda bir kurdun kapmış olduğu oğlunu kurtarmasını ister. Bunu kabul eden baba kurdu öldürür ve oğlunu kurtarıp köylüye teslim eder. Bunun büzerine köylü bu hizmetine karşılık bir dilekte bulunmasını, dileğinin yerine geleceğini bildirir. Baba da sultan olmak istediğini bildirir. O zaqman köylü kimliğini açıklar ve tanrının habercisi (melek) olduğunu ifade ederek hemen köyüne dönüp gördüklerini ve tanrıdan melek aracılığıyla aldığı haberi yaymasını tembih beder. Bu şekilde baba, baba Resul (Pa0perroissole) olur ve sultana karşı isyan eder.
İşte Baba Resul’ün kendini peygamber ilan etmesinin hikâyesi budur. Torun Elvan Çelebinin torununun iftira iddiası da meydandadır.
Baba İlyas Tarafından İsyan Propagandası İçin Kullanılan Vasıtalar ve Faaliyet Sahaları
İsyanının kısa zamanda yayılmasındaki etkenler.
Baba İlyas, il etapta kendi müritlerinden faydalanmıştır.
Türkmenlerin daha önce bağlı bulundukları, tarikatlerin Kalenderi, Yesevi ve Haydari etkisi,
Söz konusu propagandacıların faaliyet merkezleri
Baba İlyasın özel olarak çalıştığı Amasya, Tokat, Çorum, Sivas ve Bozok bölgesi
Genel olara
Yorum yapın