SEYİRCİ

Sabah internete şöyle bir göz atalım dedik, atmaz olaydık, twitter’da arka arkaya gelen akışa bakar mısınız:
*Adana’da bir kıza mesaj atan kişi, kızın erkek kardeşleri tarafından suratı jiletle kesilip, sokak ortasında öldüresiye darp edildi.
*Beyoğlu’nda baba oğlun işlettiği dükkana gelen bir kişi iddiaya göre haraç istedi. Dükkan sahibi haraç vermek istemeyince 10 kişilik grup, baba ve oğlunu sopalarla darbettikten sonra silahla ateş açtı.
*Sosyal medyanın gündemine oturan ve bir liseli kıza akranlarının uyguladığı şiddet görüntülerinin detayları ortaya çıktı. 
İçimiz tuhaf oldu.
Ama bundan ötesi garip dışı bir durum söz konusu ki, bu olayları çevrede herkes kamerasına çekiyor; gerçek bir film sahnesi gibi izliyor ve fakat müdahale eden yok.
Kayıtsızlık mı, korku mu, sosyal medyaya fotoğraf-video atmak daha cazip mi bilinmez.
Lakin seyirci kalındığı sürece bu olayların önü arkası kesilmez.
Bir toplumun içine düştüğü en kötü durum kayıtsızlıktır.
Sadece izler.
Şiddeti izler, yangını izler, kazayı izler, yönetenleri izler.
Konuşur, konuşur, konuşur ama kendisini karşısındakinin yerine koymaz.
Kayıtsızlığa kendisini kaptırdıkça üstüne inen rehavet bulutunu dağıtamaz.
Vurdumduymaz olur, adam sen de der, ben mi kurtaracağım elin kızını diye düşünür, oy versem n’olacak vermesem n’olacak, seçim olsa ne yazar, olmasa ne yazar der…
İşin içinden çıkamayacağı bir sarmal oluşur sonra.
Saç saça baş başa üç dört kız, diğer kızı tekme tokat döver de etraftaki erkekler telefonla kayda alır.
Etkileyici bir sahneydi gerçekten.
Film olsa öyle ama gerçek hayat?
Toplumsal çürüme öyle bir hal aldı ki dengemizi kaybettik.
Duramıyoruz ayakta.
Sağlıklı düşünemiyoruz.
Düşünmek bile zul geliyor kimimize.
Uğur Mumcu ne güzel tespit etmiş yıllar öncesinden:
“Okumayan, yazmayan, düşünmeyen toplumlar içten içe çürürler. Türkiye böyle bir sürece sokulmuştur. İş bitirmeye, köşe dönmeye koşullandırılmış bir toplum, eninde sonunda bu hovardalığın faturasını öder. Gidiş, o gidiştir.”  
Nasıl gidiyoruz?
Göteborg Üniversitesi siyaset bölümünde yer alan ve bağımsız bir araştırma enstitüsü olan V-Dem Enstitüsü her yıl demokrasi raporu açıklıyor.
Bu yıl da açıklandı. 202 ülke, 30 milyon veri, 3700 uzman katkı sunuyor.
Buna göre Dünya Demokrasi Ligi’nde Türkiye, Ruanda ve Bangladeş gibi ülkelerin gerisine düşerek son 10 yılda en fazla anti-demokratik duruma gelen ülkeler arasında yer almış ve 179 ülke arasında ancak 147’nci  olabilmiş.
Ne yapalım şimdi, görmezden mi gelelim bu değerlendirmeyi?
Bilgiyi, liyakati, bilimi, aklı, Türkçe’yi, Cumhuriyet’i, bir ulusun var oluş değerlerini, kültürü, sanatı, eleştiriyi, ifade özgürlüğünü, hür basını, bağımsız yargıyı önemsemediğiniz zaman yazının başında örneklediğimiz şiddetin her tür yansıması da giderek artacak.
Ne alakası var derseniz aldanırsınız, öylesine birbirine bağlı ki.  
Hele siyasetçilerin argoya tavan yaptırdığı, devlet adamı diline asla yakıştırılması mümkün olmayan ifade tarzının alışkanlık halini aldığı bir ortamda…
Her şey direkt yansıyor sokağa…
Seyirci; tiyatroda, konserde, sinemada güzeldir, gurur verir de…
Önünde adam jiletliyorlar, bir kıza üç dört arkadaşı tekme tokat saldırıyor, haraç alamayınca baba oğul darp ediliyor… Çevrede bulunan herkes izliyor. Çekirdek çıtlama haline ramak kalmış!
Film mi bu, bir toplumun zihnen çürümesi ve zincirleme dibe vuruşa götüren domino etkisi mi?