ÖLDÜRMEK BU KADAR KOLAY MI?

Bu hafta aklıma esti, bir anı paylaşmak istedim sizinle. Umarım yadırganmaz, umarım birkaç kişinin bu olaydan olumlu şekilde etkilenmesine vesile olurum.

            Yıllar öncesi askerken yaşamış olduğum bir anıyı paylaşacağım sizlerle. Sıhhiye çavuş olarak askerliğimi yaparken bölüğümüzde revire gidecek olan askerleri iştimanın ardından topladım. Birkaç askerle birlikte revire gidiyorum, yanı başımda yaklaşık elli yaşlarında bir asker vardı. Acaba rütbelimi diye omzuna ve koluna baktım rütbe göremedim.

            Muayene için sıra aldığımızda baktım ki bekleyeceğiz, askerlere hadi çay içelim dedim ve askerlerle beraber çay içmeye gittik. Bu bahsettiğim ellili yaşlardaki asker yanıma oturdu ve başladık muhabbete.

            Yanlış anlamazsanız size bir şey soracağım diye başladım konuşmaya. Tabii sor çavuş diye cevap verdi. Bu yaşta askersiniz acaba neden dedim. Bir iç çekerek başladı anlatmaya.

  • Bak çavuş; daha on sekiz yaşlarındaydım bir arkadaşıma tam hatırlamıyorum ama en fazla üç, beş ekmek parası borç verdim, bir hayli zaman geçtikten sonra kahvede bu arkadaşımı gördüm ve paramı istedim. Kahvede oyun oynayan arkadaşım vermiyorum ne olacak sanki diye bir şey dedi. Kahvedeki insanların içinde tartışmaya başladık, olup olası belki de beş kuruş için. Birden bire hiddetlendim elimdeki bıçağı salladığımı hatırlıyorum ve arkadaşım kanlar içinde yerde yatıyordu. Olayın şokuyla kahveden kaçmaya çalıştım kapının önünde duran biri dur kaçma derken ona da birkaç bıçak darbesi salladım, caddeye çıktım, arkamdan şu adamı yakalayın diye bağırılıyordu. Onları duyan biri tam karşımda önümü kesmeye çalıştı atlatamadığım bu adamı da bıçaklayarak kaçtım. Üç tane adamın katili olarak ne kadar kaçabilirdim ki kısa süre geçmeden yakalandım. Daha on sekiz yaşımı bitirmeden cezaevine girdim. Tabii arkasında üç ceset bırakan biri olarak cezaevinde de kendimi adeta paşa zannediyordum. Yaşadığım birkaç olaydan sonra cezaevinde de iki kişiyi öldürdüm. İşte çavuş on sekiz yaşımda girdiğim cezaevinde tam yirmi yılımı yitirdikten sonra tahliye oldum ve bu yaşta askere geldim. Hayatımı kararttım ve asıl önemlisi öldürdüğüm insanların ailelerinin geleceklerini kararttım. Pişmanlığın son noktasındayım ama iş işten geçti.

Dedi.

            Buyurun sayın okurlar daha lise sıralarındaki bir gencin hazin öyküsüydü bu. Hayatın baharında cezaevine girmiş, üniversite hayatı görmemiş, evlilik nedir bilmemiş, çocuk duygusunu yaşamamış, bir kadının elinden bile tutmamış, camii diye bir şeyi yıllarca tanımamış, denizde yüzmemiş, pazarda gezme duygusunu tatmamış, vitrinlere bakmamış bir genç. Bu genç artık yaşlılar kervanına katılmış ama hayatın tatlarından hiç birini alamadan. Bu yaşta evlense ne olur, çocuğu olsa evlendirebilir mi? Askere gittiğini bile göremez belki de. Cezaevinde hayatını geçirmiş bir insan yolda bile yürürken sudan çıkmış balık misali adımlarken bu adımları, ev geçindirebilir mi dersiniz?     

            Kesinlikle yargılamıyorum, yadırgamıyorum da Allah kimseyi büyük konuşturmasın. Bu konuya değinmemdeki amaç; hayatın baharında bir gencin anlık yanlış bir düşüncesiyle hayatını karartmasıdır. Her ne olursa olsun anlık karar vermemeyi öğrenmeliyiz. Atalarımız ne demişler bakın “ Öfkeyle kalkan zararla oturur”. Aramızda öldürmenin bu kadar basit olacağını düşünenlerimiz varsa bu fikri hemen kafalarından çıkarsınlar bence. Sadece bir cümle söyleyeceğim bu konuda, dünya âleminde çekilen cezaları bir tarafa bıraktığımızı varsayalım. Biz insanoğlu olarak bir tane insan yaratma özelliğimiz var mı? Sorum şu: bu güne kadar bir insan yaratabildik mi ki? Can alma lüksümüz olsun. Yaratamadığımız canı almak haddimize mi düşmüş. Adam öldürmenin öteki dünya yaşamındaki karşılığı ilelebet yanmakken, nasıl öldürme işini bu kadar basitleştirebiliyoruz. Öldürülen bu insanların ne çilelerle ve hevesle büyütüldüğünü biliyor muyuz? Kendinizden fiyat biçin bakalım, anne, babanız sizi büyütürken ne doktorlar gezdi, kaç gece uykusuz kaldı, dersinizi yapamadığınızda ne kadar üzüldü, bir lokma yemek yedirmek için nasıl çabaladı kim bilir. Bin bir hevesle büyütülen bir insanın canına kıyan bir insan olabilir mi? Yaratanı varken bizim haddimiz mi bu işi yapmak?

            Allah korusun sayın okurlar, kimse kimsenin canını yakmasın. Kimse de anlattığım bu hikâyede ki gibi imtihan olmak üzere geldiği bu dünya da hayatını cezaevlerinde geçirmesin.

            Allah (c.c.) Peygamberimiz (sav)’ e sormuş: Bedini bereketini mi alayım, yoksa huzurunu, dirliğini mi alayım diye. Peygamberimiz de bereketimi al ama huzurumuz ve dirliğimiz bizimle kalsın demiş. Allah’ta huzurun olduğu yerde berekette olur al ikisi de senin olsun demiş.

            İmtihan için geldiğimiz şu fani dünyada saygı ve sevgi ilk adımımız olsun ardından huzur, onun ardından bereket gelecektir.