KAPTAN CEMAL “Cemal Tuncaoğlu”
Cemal Tuncaoğlu kim desen kimse bilmezdi. Çünkü; herkes onu “Kaptan Cemal” olarak tanırdı. 1980 yılından önce ki dönemde siyasetin en hızlı olduğu anlarda tanıdım ben Kaptan Cemal’i. Paşa Camisinin bahçesinde bulunan ve onun çalıştırdığı Şöhretler Kahvesine giderdim. Arkadaşlarla oraya takılırdık. Balıkesirspor’lu topçularda oraya gelirdi. Rahmetli Avrupalı Yüksel’de kahveye gelenler arasında idi ve Kaptan Cemal’e sık sık takılırdı. Ben, Osman Arpacıoğlu’nu o kahvede tanıdım. Şöhretler Kahvesi adından anlaşılacağı üzere o zamanın şöhretlerini bir arada toplayan mekanlardandı.
Bugün ise Kaptan Cemal’in vefat haberini aldım. Çok üzüldüm. Çarşıya çıktığım zaman rast geldiğimizde hep konuşurduk. Benden yaşça büyük olmasına rağmen saygıda kusur etmezdi. Kibar insandı, iyi insandı. Balıkesirspor aşığı idi ve uzun yıllar bu kulübe hizmet etti. Değerli büyüğüm, Balıkesirspor'un (1) numaralı üyesi Cemal Tuncaoğlu'na Allah'tan rahmet, ailesine, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı dilerim.
/////
ÇANAKKALE RUHU
Hacı Baba evde tesadüfen bulunmuş olan Osmanlıca yazılmış bir hâtıra defterini okuyunca gözyaşlarına boğulur. Ev halkını masanın etrafında toplayıp onlara da okur. Hacı Baba okudukça, masanın etrafındakilerin gözyaşları sel olur. Bu, Çanakkale Savaşı sırasında bir askerin kızına yazdığı mektuptur:
"Benim güzel kızım! Evvelâ gözlerinden öperim. Bugün Temmuz ayının 14’üdür. Ramazan-ı Şerif’in ikinci günüdür. “Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Efendi de; “Çanakkale cephesinde harp eden askerin oruç tutmamasına ruhsat vardır.” Şeklinde fetva yayınlamış derler. Lâkin benim içim rahat etmedi. Gece nöbette, siperin önünde iki kök çiriş otu buldum. Allahın hikmeti, nasıl kalmış ise onca harabatın içinde... Onunla sahurumu yaptım, lakin kimseye söylemedim. Bütün gün yeni siperler kazmakla meşgul olduk. Bir kerecik bile susamadım. İftara doğru düşman, taarruzu arttırdı. İçimden; “İftar etmeye fırsat kalmayacak.” diye geçti.
Sonra komutanın emriyle bütün atışlar birdenbire durdu. Siperlerden birinden bir asker çıktı. Düşman taarruzuna aldırmadan; “Allahü ekber!..” diye akşam ezanını okumaya başladı. Yan tarafa döndüm, elden ele dolaşan mataralar vardı. Bir yudum içen, yanındakine veriyor. En son bana geldi. Dudaklarım titredi. Ben de diyordum ki; “Bir tek baban oruçludur.” Lâkin bütün bölük oruçluymuş. İçime bir ateş düştü o an. Ben o iki çiriş otu yedim ya, bunca insan sahurda bir şey yemezken ben onları nasıl yedim? Ben şimdi gardaşlarımın hakkını nasıl öderim? Ezurumlu’nun, Darendeli’nin, iftarını yapmadan şehit düşen Yeniceli’nin hakkını nasıl öderim kızım?.."
Hacı Baba masadaki herkes gözyaşı dökerken noktayı koyar:
"Defteri nereden buldunuz bilmiyorum ama, eğer sâhibi belli değilse, bunu herkesin okumasını, duymasını isterim. İftarını, sahurunu yaptığımız bu Ramazanların kıymetini bilelim... Ramazanın rûhu bundan daha iyi nasıl anlatılır? Bizim önce Çanakkale rûhuna niyet etmemiz lâzım!..
Çanakkale Rûhu: “Benim tüfek bozulmuş komutanım! Tetik basmıyor!..” diyen askere; “Oğlum! Senin şehâdet parmağın kopmuş!..” denilen yerdir.
Yorum yapın