FANUS

Mikroskop, saat gibi araçları tozdan korumak için üzerlerine kapatılan yarım küre biçiminde cam kap fanus. En azından sözlükteki tanımı bu!
Ama biz çocukların üzerine kapatıyoruz.
Cam kapın içindeler, akvaryumdaki balık gibi hayata fanusun içinden bakıyorlar.
Koruyor muyuz, hayattan uzaklaştırıyor muyuz bilerek ya da bilmeyerek zaman içinde görüyoruz neyin ne olduğunu ama…
Fanusu kaldırınca üzerlerinden bazısı boşluğa düşüyor, bazısı okyanusa…
Fanuslara hapsettik çocukları…
Hayatı tanımadan büyüyorlar.
Savunmasız, ürkek ve neyin ne olduğunu tam bilmeden büyüyorlar.
Yalnız kaldıklarında da bocalama bocalama üstüne…
Bunda ailelerin aşırı korumacılığı mı, günümüzün giderek tehlikeli hale gelen dünyası mı, yalnızlaştıran teknolojik bağımlılık mı, yoksa yanlış eğitim sistemi ile sınav girdabının mı etkisi daha çok tartışmak gereksiz, hepsinin etkisi var çünkü.
Öylesine yanlış bir eğitim sisteminin içindeler ki ve eğitim sistemi öylesine abuk bir hale geldi ki…
Eskiden; gitmek isteyenin sınavına girdiği Anadolu Lisesi ve Fen Lisesi sınavları dışında ortaöğretim sonunda herkesin girmekle zorunlu olduğu liseye geçiş sınavları gibi saçma bir sınav yoktu misal.
Nicedir sekizinci sınıfın sonuna dayadılar sınavı… Çocuklar daha ilk dördü bitirir bitirmez kurslar, ek dersler ile sekizinci sınıf sonundaki sınava hazırlanıyorlar.
Sayın Bahçeli durup durup “üniversite sınavları kaldırılsın, isteyen istediği üniversiteye gitsin” diyor da 11 yaşında başlayıp da çocukluklarını yaşayamayan minikler için “liselere giriş için sınav da ne, liselere giriş sınavı olmamalı” demiyor.
Çocuk, çocukluğunu yaşayamıyorsa hayatı sever mi?..
Yoksa daha ergenlik çağına girer girmez sınav kaygısı yüzünden, çocuk olduğu unutturulur hale gelene kadar yükleme yapa yapa hayattan mı soğur?..
Mutsuz bir gençlik yaratıyoruz.
Geçmişe göre sokağa uzak çocuklar…
Fanus tepelerinde…
Ailelerin isteklerine göre yarış atı haline getiriliyorlar…
Okul, okul arkası ek ders, hafta sonu etütleri ile üniversite sınavına çalışmaktan beter haldeler…
Ve bakkaldan ekmek almaya gönderemiyorsunuz sonra.
Korkudan, çevreden, kötülüklerden.
Oysa yine istemesek de aynı kelimeyi kullanacağız zorunlu olarak: Eskiden…
Eskiden böyle miydi?..
Kendi çocukluğumuzu biliyoruz da tek başına şehrin en azından merkezi yerlerinde dolaşır, bankayı, PTT’yi, manavı, pazarı bilirdik…
Kaç çocuk tek başına kentin merkezi noktalarını olsun biliyor?..
Gittikleri yer çoğunlukla AVM’ler ve okul dışında kurslar…
Ötesi?
Spor gibi dallarla ilgilenenler veya ilgilenebilenler en azından sporun rahatlatıcı etkisinden faydalanıp belli ölçüde sosyalleşiyorlarlar da kaç kuşağın nasiplendiği ve pek çok şey öğrendiği izcilik bile tarih olmadı mı çoktan?
Oysa 9-10 yaşında izci olan 11-12’de buna devam eden küçükler gerek ortak yaşam kültürünü, gerekse hayatın içinde olup biteni, yaşlıya-fakire birebir yardım etmeyi öğreniyorlardı.
Köy Enstitüleri gibi ülke için çok faydalı bir müessese idi İzcilik.
Nesi kaldı her iyi gibi şimdi bugüne?..
Fanusa hapsettik çocukları.
Bizim istediğimiz gibi olmaları için zorlaya zorlaya mutsuz, kırık, ümitsiz ve neşesiz genç adayları yaratıyoruz.
Sınav odaklı eğitim sisteminin tümüyle yanlış olduğunu bile bile, zihinsel olarak yok ediyoruz küçük beyinleri…
İlle de diplomalı üniversiteli olsunlar diye meslek okullarını neredeyse halının altına süpürür hale geldik ki sonra da evimize çağıracak usta bulamıyoruz diye veryansın ediyoruz…
Yanlışları bile bile yanlışlarda ısrar etmek; garabet bir sınav sistemi ile küçücük çocukların çocuk olduklarını unutturmak ne kabul edilebilir ne de akıl alabilir bir şey.
Çocukluğunu yaşayamayan çocuk, gençliğini sağlıklı, mutlu ve kendine güvenerek inşa edebilir mi?..
Eskiden lise son sınıflarda gençlerimizi bunalıma sokardık.
Dahiyane sınav sistemi ile fanuslara hapsettiğimiz çocukları daha 10’lu yaşlarda ve çocukluklarını yaşatmadan bunalıma sokmayı başardık…
Gelecek mi dediniz?..
Kaç nesil için kaç hayal kırıklığı ve yok edilen o bulunmaz çocukluk yılları…
Çocuk; çocuksa eğer hayata neşeyle bakmalı.
Oysa okula giden ve sınav stresinin ağırlığında ezilen o minik yüreklerin yüzde kaçı okuldan soğumuş vaziyette erkenden.
En önemli özellikleri uzmanları dinlememek olan ve liyakati de es geçen siyasetin her şeyi çok bilen aktörleri ile siyaset sığlığında afallayan Milli Eğitim sistemimizin karar mekanizmaları; keşke biraz olsun başlarını kaldırıp fanusun altındakileri görebilseler!
Belki o zaman toplum olarak neleri kaybettiğimizin bir ölçüde ayırdına varabilirler de; yine de insan düşünmeden edemiyor: 
“Siz, hiç çocuk olmadınız mı?”
Bu kadar hatayı ancak çocukluklarını yaşamadan hayatı ıskalayanlar yapar çünkü!