EPİSTEMOLOJİK MİDİR BİLMİYORUZ AMA KOPTUĞUMUZ KESİN…
Tahteravalliyi sever miydiniz?...
Görünce hala binesimiz gelir.
Aşağı yukarı, aşağı yukarı… Sert inişler, sert çıkışlar…
Tam ortada durdunuz mu denge.
Terazinin kefesi gibi tam.
Eskiden toplum olarak daha bir dengedeydik…
Birbirimize yakın.
Ortak paydaları çok.
Şimdi ya sert iniş yapıyoruz ya tepeye çıkıyoruz…
Dengeyi bulmak, tutturmak, orada kalmak zor…
Koptuk.
Akıldan, sağduyudan, vicdandan uzaklaştıkça ortak paydaları da tükettik yavaş yavaş.
Kutuplaşma diyoruz bir anlamda buna.
Düşünmenin yerini tarafgirlik aldı.
Medeni şekilde tartışarak ortak noktaları bulmak yerine herkes “dediğim dedik” modunda.
Geçtiğimiz günlerde en büyük bayramımızı kutladık.
Bayramlarda bile bölünmüş haldeyiz.
Belediyeler hangi partide ise başka partilerin temsilcileri yoklar.
Kim düzenliyorsa kendi kutlamasına katılıyor.
AKP, CHP’li belediyenin düzenlediğinde yok.
CHP, AKP’li belediyenin düzenlediğinde.
Vatandaş da öyle, hangi partiye sempatisi varsa onun kutlamasına katılıyor.
Ortak değer ulusal bayramlarımız olmasa dini bayramlarımızı da kutlayamayacağımız gerçeğinin ise Diyanet bile farkında değil.
Bir tarafta ülke ağır bir ekonomik kriz, enflasyon girdabı içindeyken şatafat, israf devam ediyor.
TOGG lansmanı yapılıyor, her şeye rağmen bir eser ve üretim olduğu için “bravo” diyerek hepimiz takdir ediyoruz ve hepimizin takdir etmesi de gerek ama takdir ederken bakıyorsunuz, bu kez aşırılığa kaçıp şimdiden “Avrupa’yı TOGG’la fethedeceğiz” uçuşlarına geçilmiş bile...
Gururun ve başarının da eleştiri ve gerçeklerin de ayarını kaçırdık.
Tahterallinin dengesini tutturabilene aşk olsun.
Hayatın olağan akışında ve devlet idaresinde olması gereken gelişmeleri “eskiden futbol topu dahi çok değerliydi” şeklinde yorumlarsak o zaman çağı durdurmuş olmamız gerekir.
Oysa ne teknolojik ilerlemeler ne bilimsel gelişmeler duruyor.
Elbette eskinin imkanları ile bugünün varlıklarına bakabiliriz, bakabilirsiniz. Ama bundan övünmek veya ayarı kaçırmak siyasete yenik düşmek olur.
Sadece devlet idaresi ve belediyecilik açısından değil, eskiye rağbet olsa herkesin elinde şu an yine takoz diye tanımladığımız ve şimdikilerin yanında devasa boyutta olan Motorola, Nokia, Ericsson telefonlar olur, herkes yine Doğan ve Şahin peşinde koşar ve evlerimizde de tüplü televizyonlara bakmaya devam ederdik.
Zaman içinde her şey gelişiyor, değişiyor ve kuşkusuz ülke olarak ilerliyoruz. Bizim sorunumuz temelde siyaset vitrinindeki aksama (ki bundan kastımız her kesimde eksikliği hissedilen li-ya-kat) ile bir kısım beyni uyuşmuş kafalarda.
Olagelen ve hayatın olağan akışında yaşanan ilerlemeleri de aklın ve bilimin öncülüğünde, Cumhuriyet’in attığı o sağlam temel ve demokratik, laik, sosyal hukuk devleti sayesinde yapabiliyoruz.
Yine de insan şaşırıyor işte, tahteravallinin bir tarafına Atatürk nasıl konur da karşısına özellikle iç düşmanlar çıkıp çıkıp bir türlü bitmezler!
Atatürk dengedir. Cumhuriyet terazinin tam ortasıdır.
Oynadığınız an, bozduğunuz an, sataştığınız an ulusça geri gideriz.
Oysa anayasamızın değiştirilemez ilkelerine herkes sahip çıksa ve ortak paydanın ne olduğunu tekrar anlayabilsek çok daha farklı bir durumda olmaz mıyız?
Cumhuriyet Bayramı’nı Anıtkabir’de küs liderlerin birbirlerinin yüzüne bakmadığı haliyle kutladık!
10 Kasım’da yine aynı sahneyi izleyeceğiz milyonlar olarak.
Yakışıyor mu?..
Şüphesiz hayır ve Türk siyasetindeki aktörler topluma nasıl yön verirlerse, düşünmenin az, tarafgirliğin çok olduğu seçmen kitlesini öyle yönlendiriyorlar.
Geleceğe aktarılan vebalin büyüklüğünün farkındalar mı acaba?
Sanmıyoruz.
Türkiye’nin geleceği, birbiriyle çatışmaktan, birbiri ile didişmekten uzak durmaktan geçiyor.
Kaç yılı kaybettik?
Çocuklarımız ve onların çocukları için onlarca yıl sonra da Atatürk ve Cumhuriyet ile kavga(!) devam mı edecek?..
Kısır tartışmalar 50 yıl sonra da mı sürecek?
Bakınız Arabistan’da bile bu yıl ikinci kez Cadılar Bayramı kutlamaları yapılıp kıyamet falan kopmazken bizde 50 yıl sonra da yılbaşı kutlamalarını tartışıp birileri birilerinin hayat tarzına ve yaşamına müdahaleye devam mı edecek?..
Hafta sonu okuduğumuz gazetelerden birinde dünyadaki 129 üniversitenin bütçesi ile ilgili bir araştırmanın sonuçları yayınlandı.
Ülkemizdeki 129 üniversitenin toplam bütçesi 7,2 milyar dolar.
Sadece Cambridge Üniversitesi’nin bütçesi 8,2 milyar dolar.
Ülkemizde öğrenci başına 433 dolar düşüyor.
Stanford Üniversitesi’nde bir öğrenciye düşen 453,9 bin dolar.
Sığ tartışmalarla takvim yapraklarını birer birer çevirip Cumhuriyetin 100.yılına girmek üzereyken gönül isterdi ki tüm kamu kurumları kendi dallarında 100 yıla ilişkin muhasebe ve gelecek vizyonu ortaya koyarak çok kapsamlı bir hazırlık içine girsinler.
100. yılda ülkenin envanteri çıkarılıp akıl, bilim ve vicdanı öne alabilirsek o zaman tahteravallide dengeyi sağlayabiliriz.
Aksi hal; bu kopuş hayra alamet değil.
Anlamını anlamanın mümkün olmadığı epistemolojik kopuşu falan kenara koyalım, heteredoks mu ortodoks mu hangi yaklaşımı gözetirseniz gözetin… 1923’de birden fazla tüccar, sanayici, işçi temsilcisi, esnaf gibi katılımla gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi’ni hatırlamak gerekmez mi?..
Tarım ülkesinde buğday ve patates bile ithal edilirken niye bir kongre düzenlenmez misal?..
Niye Anadolu’nun sesi duyulmaz?
Maliye Bakanlığı böyle bir adım atsa bu eleştirilir mi yoksa takdir mi görür, bir düşünsenize.
Bir iniyoruz bir çıkıyoruz.
Tahteravalliyi dengede tutmaktır zor olan. Ayaklarınızın ucundan destek alırsınız da düşüş de çıkış da sert olur.
Denge, o unutulan ortak paydadır, hatırlamamız gerek.
Yorum yapın