“BU NE DÜNYA KARDEŞİM?”
Sedat Peker’in yayınladığı videolarda artık kült olmuş bir deyim var:
“Özellikle 40 yaş altı gençlere sesleniyorum...”
Biz de benzer şekilde seslenelim ama kaç 40 yaş altı bilecek ki Yeliz’in bu şarkısını:
“Bu ne dünya kardeşim seven sevene” diye başlar ve devam eder…
40 yaş üstü bilir ziyadesiyle.
Şarkının “bu ne dünya kardeşim” kısmı tam da bu zamanlar için midir nedir?
Çivisi çıkmış, freni boşalmış, felaketlere gark olarak ilerliyoruz zaman tünelinde.
Zaman tüneli dedik…
İşte öylesi bir zaman tüneli hakim şu an eski dünya kıtaları arasındaki bazı ülkelerde.
Örneğin, Taliban işgalindeki Afganistan ile 6 saatlik bir uçuş sonrası ulaşabileceğiniz Norveç’i kıyaslarsanız, hemen hemen 1000 yıllık bir yolculuğu da cebe koymuş olursunuz.
Orta Asya’nın merkezinde yer alan bu ülke, şu anki haliyle Afrika’nın balta girmemiş ormanlarındaki yerlilerinden bile daha uzak Norveç’e...
Afrika yerlisinin elinde telefon yok ama kadın kesip öldürmesi de yok.
Afganistan’da ise ülke Taliban terörü altında; insan katleden, İslam adına yaşadıklarını söyleyip de can alan, kana boğan!
Bir de Afgan ahali var zavallı.
Giden uçağın yanında kameralara el sallayıp koşmak nedir; hangi aklın insan vücudundan çıkmış hali?
Ki, ulus olamamanın sonucunu yaşıyorlar.
Daha Taliban’ın nefesi gelmeden cumhurbaşkanları kaçtı, orduları silah bıraktı!
Kadınların hali zaten perişan; bir zamanların Türkiye’yi rol model alan ülkesinden Taliban karanlığına nasıl bir savruluş…
Bu ne dünya kardeşim; Norveç ile Afganistan arasında medeniyet yolundaki fark öylesine açık ki!..
Biri teknoloji çağında yaşıyor, diğeri yontma taş çağında...
Bizse en az dünya gündemi kadar, ülke gündeminde de garip zamanlardan geçiyoruz.
2021; pandemiden dolayı istenmeyen ilan ettiğimiz 2020’den de beter oldu diyelim mi şimdiden?
18 yılda kaybettiğimiz ormanlarımızın 4-5 katını sadece 2021’de kaybettik.
Üzerine sel felaketi…
Rant ve para hırsıyla üstü örtülen hatalar, ardı arkası kesilmeyen yanlışlar, sorumluluk ve cezanın olmadığı bir ortamda kaçıncı acı; kaçınca bile bile lades?..
Biz de savruluyoruz dünya gibi…
Rize Valisi’nin yaklaşık 4 milyonluk makam aracı göze battı da; ülkenin makam araçlarını satsak demiyoruz, orta segment mütevazı bir seviyeye indirgesek inanın ihya oluruz!
Fakat en alttan en tepeye her makamda şahit olduğumuz saltanat hali izin vermiyor ilerlememize.
Kamu bütçesiyle oluşan bireysel şatafatlar, toplumsal şahlanmaların önünü kesiyor.
Öyle bir israf içindeyiz ki, doğal afetleri yaşarken film gibi izliyoruz…
Yandık, boğulduk, vatandaş olarak ders aldık...
Peki ya siyaseten, idareten?
Bu arada Suriye’den, Irak’tan Mehmetçiğimizin şehit haberleri geliyor ki, gündemde artık küçücük bir yer bulabiliyorlar kendilerine; kanıksadık mı, alıştık mı?
Ölüme alışılır mı?
Mehmetçik şehit olmuş, duyarsızlaşılır veya arka plana atılabilir mi?..
Öte yanda her gün yaklaşık 150 civarında vefat ile Covid de devam ediyor…
O taraf da ayrı hengame…
Yok mRNA aşısı, yok inaktif aşı… Doz, kaç doz, kaç yaş?...
Gündemin neresinden tutmaya çalışırsanız elinizden kayıyor.
Başka bir gündem kaplıyor anında her yeri.
Ama çok yakın bir gelecekte bizi bekleyen asıl tehlike; zaten var olan sığınmacı sorununa bir de Afganların eklenmesi...
Bunun ırkçılıkla falan ilgisi yok; dünyada her devlet kendi çıkarını ön plana alır.
Türkiye sınırlarından giren, adına ne derseniz deyin, her sığınmacı, her göçmen, çok kısa süre sonra telafi edilemez demografik sorunların merkezine oturacaktır.
“Bu ne dünya kardeşim göçen göçene” diyor Yeliz, sığınmacılar için olmasa da ölüp gidenler için…
Şarkı bile yıllar içinde anlamında evrim geçiriyor.
Hepimiz göçeceğiz de; ülke ne olacak yarınlarda, nasıl bir gelecek bekliyor bugünün küçüklerini?…
Kendimizi geçtik, onlar için yanıyoruz…
Binmişiz bir alamete çünkü, farkında olması gerekenlerin fark ettikleri yok.
Normal bir ülke olup normal bir sabaha uyanmak şimdi bize çok uzak.
Yorum yapın