BİR EFSANE
“Karataş Efsanesi”
Geçtiğimiz hafta Yeni Foça’da idim. Uzun yıllardan beri Yeni Foça’ya gitmemiştim. Gittiğim de ise çok şaşırdım. Yeni Foça çok büyümüş, gelişmiş. Merkezde deniz kenarında gezdim. İç kesimlerini dolaştım. Eski taş evlerin restorasyon edilerek oturulur hale getirilmesi ve Yeni Foça kültürüne kazandırılmasına çok sevindim. Evlerin arasında gezerken nostaljik şekilde düzenlenmiş bir mekanın önünde Karataş Efsanesi yazısını görünce durdum ve okudum. İlk kez duyduğum bu efsane oldukça ilginç ve bunu sizlerle paylaşmak istedim.
İŞTE EFSANE
150 yıl önce Küçükdeniz'de Panayot adında bir balıkçı ve eşi Eleni yaşıyordu Panayot ailesinin çocukları yoktu; buna rağmen mutlu yaşıyorlardı. Panayot her sabah erkenden balığa çıkar, akşam üzeri balıkları sattıktan sonra, balıkçı kahvesine takılır, gittiğinde de şarap içmeyi ihmal etmezdi. Pazar günleri karısını alır, küçük kiliseye giderek dualarını yaparlardı.
Büyükdeniz'de de Hüseyin adında bir balıkçı ve eşi Hatice vardı. Hüseyin dinine bağlı bir insandı, Cuma günleri Kale içindeki mescide gider, namazını kılardı. O da her gün balığa çıkar, dönüşünde balıkçı kahvesine uğrardı. Kötü havalarda ağlarını tamir eder, diğer balıkçılarla birlikte atalarının efsane ve hikayelerini anlatırlardı. Hüseyin ve eşi de bir çocuk sahibi olmanın yuvalarını şenlendireceğini hayal ederlerdi.
Panayot ve Hüseyin birbirlerini şahsen tanırlardı ama ailece birbirlerine gelip gidecek samimiyetleri yoktu. Bir gün Orak adası civarlarında balık avlarken birbirlerine rastgele dileklerinde bulundular ve o günkü kısmetlerini beklemeye başladılar. Akşam saatlerine doğru hava birden değişti ve patladı. Geri dönmek için ağlarını topladılar ve Foça'ya hareket ettiler. Ancak ne var ki Panayot'un sandalı dalgaların sıçrattığı sulardan arıza yaptı ve dalgalar onu sürüklemeye başladı. Hüseyin onu görünce çark etti ve yardımına koştu Panayot'un sandalını Hüseyin'inkine bağladılar ve kazasız-belasız Küçükdeniz balıkçılar kahvesine kapağı attılar. Sıcak çaylar içilirken birbirlerine sigara ikramında bulundular. O günden sonra bu kişiler dost oldular ve aile ziyaretlerine başladılar.
Aradan altı-yedi ay geçtiğinde Panayot, Hüseyin'e eşinin bir çocuk beklediğini anlattı O gün akşam Hüseyin eşine durumu anlatınca, Hatice de hamile olduğunu söyledi.
Çocukların doğumu yaklaştıkça heyecan arttı. Nihayet bir gün ara ile ikisinin de birer çocuğu oldu. Panayot'un erkek çocuğu Talaşa, Hüseyin'in kız çocuğu Deniz adını aldı Talaşa Rum dilinde Deniz anlamına geliyordu. Bu tesadüften etkilenen arkadaşlar Hüseyin'in çocuğunu Migalo Talasa-Büyük Deniz, Panayot'un çocuğunu Mikro Talasa - Küçük Deniz diye çağırmaya başladılar.
Aradan yıllar geçti, çocuklar büyüdü, serpildi ve aralarında gizli bir aşk başladı. Çocuklar, babaları denize çıktığı zamanlarda, şimdiki Köprübaşı denen yerde birlikte oturuyorlardı. Burada bir dere akıyor ve orada esmer bir kaya parçası, "Karataş" duruyordu
Nihayet bir gün ailelerine birbirlerini sevdiklerini, evlenmek istediklerini söylediler. Bu durum karşısında Panayot ve Hüseyin ne söyleyeceklerini şaşırmışlardı. Çaresiz çocukları nişanladılar.
Talasa geleceğini balıkçılıkta görmüyordu, İzmir'e çalışıp para kazanmaya gitti ise onu beklemeye başladı. Aradan yıllar geçti, Talasa dönmedi. Deniz, her gün Karataş'ın üzerinde oturuyor, hayaller kuruyordu. Bir gün ümitsizlikten hasta olup yatağa düştü ve Büyükdeniz'in ruhu Foça'yı terk etti.
O günden sonra Talasa ve Deniz’in aşkları Foça'da uzun zaman söylendi, dilden dile anlatıldı. Panayot ve Hüseyin Karataş'ın olduğu yeri düzenlediler. Ortak dilekleri şuydu: "Kim ki Makro Petra-Karataş'ın üzerinden geçerek Foça'ya gelirse, yeri meçhul bu taşa ayak basarsa, Foça'ya olan tutkuları artsın ve Foça'ya kuvvetli bir bağla bağlansınlar. İşte o gün, bugün birçok kişi Foça'ya geldi, gitti ve gönülleri hep Foça'da kaldı. Çoğu da Foça'ya yerleşti.
Kaynak : Foça Yerel Tarih Araştırma Merkezi çalışmalarından alınmıştır. (Sayın Yılmaz Gencer’in anlatısı ile)
Yorum yapın