AYAKKABI BOYACISI ARKADAŞIMLA GİZLİ BİR SÖYLEŞİ

Ayakkabı boyacılığı da birçok meslek gibi sokak ekonomisinin can damarlarından. Tarihi çok eskilere dayanan ve adına da “lostracılık” denilen ayakkabı boyacılığı şimdi kaybolmaya yüz tutmuş meslek gruplarından birisi. Arkadaşımın adını yazmayacağım için söyleşi gizli olacak. Dün ayakkabılarımı boyatmak için gittiğimde yerinde yoktu. Biraz bekledim. Geldi ve ayakkabılarımı boyarken bu söyleşi ortaya çıktı. Şu anda ayakkabı boyama fiyatı 10 lira. Güncelleme gelmeden önce 7 lira idi. Arkadaşım mesleğini severek yapıyor. Babadan oğula geçen bir meslek. Boya sandığı çok güzel ve özenerek yaptırmış. Sandığın yanlarında sonradan görsellik olsun diye ilave ettiği pirinçten yapılma kuşlar var. Sigortası yok. Kazandığı para belli. Her gün çarşıda. Yağmurlu günlerde iş olmadığını söylüyor. Ayrıca; ayakkabı boyama işi gençler arasında yaygın değilmiş. Orta yaş ve üstü ayakkabı boyatıyormuş. Her gün gelen müşterilerin var mı? diye sorduğumda, “ Yok. Fakat gün aşırı gelenler var.” Dedi. Yıllardan beri hep aynı yerde imiş. Yürüyerek müşteri bulma durumu yok. En azından gezmediğini ve yorulmadığını söylüyor. Ayakkabı boyacılığı dışında başka bir geliri yok. İşinden memnun. Kimseye muhtaç olmadan ekmek paramı kazanıyorum diyerek Allah’a şükür ediyor. Kış aylarında işlerin biraz daha arttığı söylüyor. Bunun sebebini de yazın terlik giyilmesi ve kışın ise terlik giyilmemesi olarak açıklıyor. Ayakkabılarımın boyama işi bittikten sonra ayrılırken şöyle dedi: Halimize şükür. Geçinip gidiyoruz, Hocam. Allah kolaylık versin arkadaşım. Hayırlı işler dilerim.

/////
VOLFGANG’IN HİKÂYESİ

Hamburglu Wolfgang Dircks, 18 katlı bir apartmanın bir dairesinde yalnız yaşayan 43 yaşında bir Alman vatandaşı idi. 1993 yılının sonlarında bir akşam evinde televizyon seyrederken öldüğünde, komşularının bundan haberi olmadı. Ertesi gün de kimse fark etmedi. Ertesi hafta, ertesi ay, ertesi yıl da...

Wolfgang’ın borçlarını, otomatik ödeme talimatlı banka hesabı gün geçirmeden ödüyordu. Nihayet 5 sene sonra banka hesabı bitince Wolfgang’ı arayan birisi çıktı. Ev sâhibi kirayı almak için eve gelmiş, ancak zile cevap veren olmamıştı. Kapıyı zorla açtırıp içeri girildiğinde, televizyon karşısında oturmuş Wolfgang’ın iskeletiyle karşılaşıldı. Televizyon çoktan durmuştu. İskeletin kucağındaki televizyon dergisinin 5 Aralık 1993 tarihli sayfası açık duruyordu. Odada canlı olan tek şey noel ağacıydı. Onun rengârenk lâmbaları hâlâ yanıp sönmeye devam ediyordu...

Bu taraftan bakıldığında bizde ne kadar ayıplanmaya değer bulunursa bulunsun, Wolfgang’ın Hikâyesi, AB standartları içinde pek de yadırganacak bir olay sayılmaz. Avrupa gazetelerinde her ay buna benzer birkaç haber çıkar. Ara sıra bu haberler karşısında; “Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?” şeklinde bir iki ses çıksa da pek cılız çıkar. Sonra herşey unutulur gider. Zira Batı uygarlığının değerler sistemi içinde varlık veya yokluğunuzun fark edilmesi, tamamıyla maddî ilişkilerinize ve tüketim çarkı içinde kaç paralık yer işgâl ettiğinize bağlıdır. Umarım bu yönde batıyı örnek almayız.