KISIR ŞEHİR!
Şehirler vardır, doğasında gelişme potansiyeli vardır. Ama bir türlü gelişemezler. Büyük şehirlerin arasında adeta sıkışıp kalmıştır. Gelişim deyince elbette sadece yolların yapılması, yol kenarlarına çiçek ekilmesi ve de ağaç dikilmesinden bahsedilemez. Kültür ve sanayide gelişimden bahsediyorum.
Şehirler gelişirken tarihi, kültürel dokusunu da kaybetmemeli, kaybettirilmemeli! Örneğin tarihi bir bina yıkılıp yerine “çağa uygun” bir bina inşa etmek ya da yıkıp yerine birkaç bank konulup boş bir alan yapmak yerine, varolan bina farklı şekillerde değerlendirilebilir. Estetik görünüm de önemli tabii. Bunun için iyi bir şehir plancılığı gerekli. Aslında her işe başlamadan önce planlamak gerekir. Olumlu ve olumsuz yönlerini ortaya koyup, değerlendirip, üzerine tartışıp işe öyle başlamak gerekmez mi? Örneğin belediye başkan adayları, seçim zamanı birçok vaatlerde bulunuyorlar. Pek çoğu aslında seçim kazanmak için söylenen, yapılabilirliği çok düşünülmeden ortaya atılan laflar. Bir kere belediye bir ekip işidir. İkincisi belediyenin bütçesini görmeden neyi ne kadar yapabileceğini bilmek nasıl mümkün olabilir ki! Hemen seçilir seçilmez bir şeyler yapmak zaten mümkün değil! Bence ilk beş yıl, teşkilâtını kurma, planlama yılı olmalı. Çünkü yerel yönetim kolay değil, küçük ya da büyük ili yönetmeye talip olmak büyük bir sorumluluk. Ve de şehrin ihtiyaçlarını, eksiklerini tespit etmek bir süreç, zaman gerektirir. Ben, yerel ya da milletvekili adaylarının seçim öncesi vaatlerini çok da dinlemiyorum artık. Her gün aynı yemeğe yerse bıkar insan, bunun gibi yerel ya da genel seçim olsun, birbirine benzer vaatleri dinlemekten hangimiz usanmadık ki!
Bir başka gariplik de, belediyelerin, başkan değiştikçe yeni personel almaları neredeyse zorunluluk haline gelerek belediyelerin istihdam kapısı olarak görülmesi! Evet, Türkiye’de sayamadık kaç oldu ama bir türlü önüne geçilemeyen bir işsizlik var. Ama işsizlik sorunu her yenilenen seçimde değişen belediye başkanlarının yeni personel almaları ile çözülemez! Bir kere belediyelerin bir istihdam kapasitesi olmalı, bu kapasiteyi aşınca yani gereğinden fazla personel elbette bir yığılmaya neden olacak, sorunlar da başlayacaktır. Personel arttıkça ya da personeli arttırdıkça personel gelirleri de artacaktır. Kaldı ki, personeli ne kadar fazla olursa o belediye en iyi işi yapacak bir koşul, kaide yok! Çünkü en önemlisi personelin niteliğidir; bu nitelik personel sayısını arttırmakla artmaz. Nitelik eğitim işidir, planlama işidir yani mesele doğru personeli doğru yerde değerlendirebilmektir. Sınırı çok aşmadan, çok da eksik bırakmadan yeterli personelle en etkin, verimli çalışmayı yapabilmek! Esasen herkesin yeteneğine göre, üniversite okusun ya da okumasın -ki bizde zorunluluk gibi görülse de herkes üniversite okumak zorunda değil- herkesin yeteneğine göre yapabileceği iş vardır.
Sosyal belediyecilik deniliyor. Nedir sosyal belediyecilik? Yolları yenilemek ve yol kenarlarını ağaçlandırıp çiçeklendirmekten ibaret olmasa gerek! Baktığınız zaman şehrinize, bir sosyallik görebiliyor musunuz? Çarşı denilen ki ne kadar çarşı denilebilirse, küçük daracık sokaklar, cadde, yolların kenarına park edilmiş araçlar… En merkezi işlek bir caddede “kısmi yayalaştırma projesi” diye kaldırımları genişletip araç yolu daraltıldı. Şehir merkezinin ferahlığa kavuşma zamanı gelmedi mi? İnsanların ailecek gidebilecekleri ferah alanlar yok! Bir kültür merkezi var ki yıllardır hiçbir değişim, tadilat yok! Neredeyse düz sayabilecek seyirci yeri ve küçük bir sahne. Bu mudur kültür merkezi? Yetmediği zaman bir lisenin konferans salonu tercih ediliyor. Alışveriş merkezlerindeki kültür merkezlerinden ya da salonlardan hiç bahsetmiyorum, çünkü alışveriş merkezleri kapitalizm icadı! Yani nereden baksan şehirde bir monotonluk var, yıllardır süregelen. Tipik bir memur şehri! Şehir insanları bu monotonluğa alıştılar mı acaba?
Yerel yöneticileri halk seçtiğine göre, gerektiğinde itiraz, eleştirme hakkı da olmalı. Ama böyle bir şey neredeyse yok. Sadece seçimde eskisinin yerine yeni başkan seçerler, buna da ne kadar itiraz denilebilirse artık. Sivil toplum kuruluşlarına gelince, birer emekli kahveleri! Ne bileyim, özellikle gençleri bir araya getirerek fikir tartışmaları yapılabilecek birbirini takip eden konferanslar düzenleyebilirler. Özellikle gençlerin bölgesel, yerel, evrensel sorunlara bakış açılarını görmek ve fikirler tartışmaları açısından faydalı olacaktır kuşkusuz bu tür panel ya da konferans veyahut toplantılar. Ama ne yazık ki sivil toplum kuruluşlarındaki büyükler, gençlerin fikirlerini dinlemekten ziyade, “ne okuyorsun, ne yapmak istiyorsun, çalışıyor musun, başvurmuyor musun bir yerlere, sınavlara giriyor musun?” gibi sorularla boğuyorlar gençleri. Bir de akıl vermeleri yok mu? Diyeceksin, “siz bu kadar biliyordunuz da neden gençliğinizde sorunların bir kısmını çözüp hiç değilse bize daha azını bırakaydınız? Siz, işlerin haklı olarak dağıldığı adil, eşitlik bir ülkede mi yaşadığınızı sanıyorsunuz?” Ama işte insanlar hele hele yaşları ilerledikçe, kendilerini “bilirkişi” sayıp akıl hocalığı yapmayı severler! Sonuç olarak, büyük şehirlerin arasında -gelişme potansiyeli olsa da doğasında- sıkışıp kalmış biri türlü gelişememiş kısır şehir gerçeği var. Görünen köy klavuz istemez! Bilemiyoruz, şehri “şiir gibi” yönetme savında yönetici, belediye başkanları kaldırımlara şiirler mi yazacaklar yoksa dar sokaklarda şiir dinletileri mi düzenleyecekler, ama bir gerçek var ki o da şehirde acil ve çok ciddi planlamaya gereksinim duyulduğudur.